|
Özgeçmiş » Karacasu » Karacasu'lu Koca Rüşdü ( Yazan: Salih Alpbaz 1975) Yazan : Salih ALPBAZ Yazım tarihi 1976 Birinci baskı 1989 İkinci baskı: 2013
BAŞLANGıÇ Mütevazi Karacasu Kasabası' nın eşsiz evladı, . tasavvuf şairi Süleymanı Rüşdü’ nün erişilmez varlığını toplama bilgilerle anlatmanın mümkün olmadığını bilmekteyim. Ancak, bu ulu kişinin insanlıklar la dolu hikayelerini Karacasu 'nun gelecek nesillerine nakledebilir ve onlara bir örnek hazırlayabilirsem hatalarımdan doğacak seyyi,atımı ilahi mükafatın sileceğine inandığım için yazma cüretini kendirnde bulabildim.
ÖNSÖZ
Evlatları Prof. Dr Mete ALPBAZ
Yıllardır ulu tanrıdan kendisine bir oğlan evladı verilmesini yalvaran Yemez Zade İsmail Ağa 'ya bu müjde verildiği zaman, İsmail Ağa hemen kurbanların kesilerek fakirlere dağıtılmasını emretmiş ve aynı anda şükran namazına durmuştu.
Ödevini yapan imam, ela gözlü, koyu kumral saçlı yavrunun yüzüne bakarak; "Bu çocukta garip bir hal var. Gözleriyle konuşuyormuş gibi bir his duymaktayım. Münasip görürseniz bunun adı Süleyman olsun" demişti.
İsmail Ağa' çevreye nazaran aydın bir kişiydi. Kur'anı Kerim'deki İNNEHÜ MİN SÜLEYMANE -bismillahirrahmanirrahim ayeti kerimesinin büyük anlamını düşünmüş ve teklifi kabul eylemesiyle yavru isimlendirilmiş oldu.
Çocuk büyüdükçe güzelleşiyor ve yaşıyla mütenasip olmayan tavır ve hareketleriyle çevreyi kendisine hayran bırakıyordu.
Bir gün cami imamı mahallin müftüsüyle birlikte İsmail Ağa'yı ziyarete gelmişler, Süleyman'ın Karacasu İlmiyesi 'nde öğreneceğı birşey kalmadığını, mümkün ise daha büyük medreselere gönderilmesini dilemişlerdi.
Ziyaretçiler İsmail Ağa' dan ayrılırlarken, müftü elinde tutmakta olduğu bir kitabı Süleyman'a uzatarak; "Bu Mesnevi Seriftir, Oku ve düşün" diyerek büyük düşünür Mevlana' nın mesnevisini Süleyman' a vermişti.
Hicri yıl 1202. Karacasu eşrafından ve zenginlerinden Başka Zadeler, Helvacı Deresi üzerinde bir köprü yaptırmışlar ve adet olduğu üzere köprüye konacak taş kitabe için müftüden bir yazı rica etmişlerdi. Müftünün bu dileklerini Yemez Zade Süleyman' a söylemelerini tavsiye eylemesi üzerine, İsmail Ağa'ya giden Başkazadeler dileklerini İsmail Ağa'ya tekrarlayarak kitabenin yazılması için oğlu Süleyman nezdinde tavassutta bulunmasını istemişlerdi.
Bu teklif İsmail Ağa'ya garip gelmekle beraber, bu dileği Süleyman'a söylemiş ve Süleyman'da kabul eylemişti. Halen köprünün başında dikili bulunan taş kitabeye şöyle yazılmıştı;
Karacasuyun içindedir ki Başka Zadeler yaptı.
Not: Postahane önündeki Çarşı köprüsü yanına genişletme amacı ile yeni ek köprü yapılırken, babamın işçilere 30 lira. ödeyerek kitabeyi söktürdüğünü ve kaybolmasını önleme amacı ile yeni oluşan üst dış kenara tekrar koydurttuğunu hatırlıyorum
Süleyman kendisine verilen Mesnevi 'nin bir kopyasını
Süleyman cevaben "Mesnevi' yi okudum. Mecazi manalarını anlayamadığım gibi maddi manaların çoğunu da idrak edemedim. Alakanıza teşekkür ederim. Aynı fikirdeyim" demişti.
Hicri yıl 1204
Hicri yıl 1214
Baş sağlığına gelen kasabanın ileri gelen kişileri Süleyman' ın her mevzuda derin bir bilgiye sahip olduğunu görmüşlerdir.
Karacasu o devirde yoksulluk içinde çok basit bir hayat yaşamaktaydı. Kasabaya gelen içme sularının açık kanallarda gelmesi, kanalizasyonların bulunmaması, hela çukurlarından sızan pis suların sokaklarda yer yer birikintiler yapması çevrede birçok hastalıkların zuhuruna sebep olmaktaydı. Bilhassa dizanteri ve sıtma bu hastalıkların başında gelmekteydi. Ölüm oranı o nisbette çok idi. Kollara bağlanan ipliklerle hastalıklar tedaviye çalışılıyor, dualı taslara konulan sulardan şifa bekleniyordu.
Mahalli din adamları islam dinindeki ilahi ve peygamberi maksatları unutmuşlar , toplumu şekillere bağlı olarak insani gayeleri ortadan kaldırmışlardı.
Çevre el sanatlarını inhisarlarına alan zenginler toplumu, dokumacıları boğaz tokluğuna çalıştırarak istismar ettikleri halde amme yararına bir kuruş bile sarfetmek istemiyorlardı. Süleyman bütün bunları görüyor ve derin bir ızdırap içinde kıvranıyordu.
Süleyman kararını vermişti. Muztarip hasta halk tabakasını refaha ve sıhhata kavuşturabilmek için çalışmalıydı. Evvel emirde kasaba ve kasaba halkını temiz bir yaşantıya iletmek' ilk vazifesi olmalıydı.
Peygamberimiz "Ennazefeti minel, iman" dememiş mi idi? İlk işe ecdadından irsen kendisine intikal eden ve halen metrük bir halde bulunan kasaba hamamını tamir etmekle başlamıştı.
Hamam tamir edilmiş, fakat temiz bir su bulunamadığı için işletmeye açılamamıştı.
Birgün çarşı camiinde bir Cuma namazında, namaz bitmiş halk dağılmaz üzre.
Süleyman' ın gür sesi duyuldu; "Arkadaşlar bir dakika beni dinlemenizi rica ediyorum". Halk durmuştu. Söze başlayan Süleyman;
"İbadetlerimizin ulu tanrıca kabul edilebilmesi için evveli emirde temizlik şarttır. Deminden beri hep birlikte dinlediğimiz hutbede konuşan zat, bu mevzua katiyen temas buyurmadılar. Hep cennet ve cehennem, günah ve sevaptan bahsettiler. Hepinizin bildiği gibi kasabada: içecek ve kullanılacak temiz bir su yok. Sizler için bir hayli masraf ederek yeniden tamir ve ihya ettiğim hamam susuzluktan işletmeye açılamadı. İbadetin ilk şartı temizliktir.
Temizlikte ancak temiz su ile yapılabilir. Bu uğurda yapılacak masrafın yarısını şahsi servetimle iştirake hazırım. Din adamlarımız nasihatlerini bu yola teksif etsinler. Zenginlerimiz de kudretleri nisbetinde bu davaya iştirak etsinler. Bu suretle halkımızı tanrı huzuruna. temiz olarak çıkaralım. Bu sevapların en büyüğü olur" demişti.
Bu ne güzel bir seslenişti. Ne yazık ki din adamlarıyla zenginler bu kutsal daveti acı bir tenkit olarak yorumlamışlar ve camide yer yer itiraz sesleri yükselmişti. ilk İtiraz edenlerin başında bilhassa yeni müftü ile kasabanın en zengin adamı olan Çakmak Mustafa Ağa bulunuyordu. Müftü makamı iftadan müsaade alınmadıkça hiçbir kimsenin camide cemaate hitabede bulunamayacağını, Mustafa Ağa da kimsenin hayra zorlanamayacağını iddia ediyorlardı.
Cemaatin çoğunluğunu teşkil eden fakir halk Süleyman'ı tasvip eylemişler, bağırıp çağırmakta olan müftüyü , Mustafa Ağayı ve taraftarlarını susturmuşlardı.
Camiden ayrılan Süleyman doğruca evine gitmiş, bugünkü hareketinin muhasebesini düşünüyor, bir hata yapıp yapmadığını tetkike çalışıyordu.
Az sonra evin kapısı çalınmış çocukluğunda kulağına ezan okuyan çarşı camisi imamının geldiği haberi verilmişti. içeriye alınan imam efendi Süleyman' a hitaben "Oğlum Süleyman efendi! Bugünkü konuşmanızla en büyük sevabı kazanmış oldunuz. Ne yazık ki aynı zamanda din adamlarıyla zenginlerin husumetini de üzerinize çektiniz. Bunlar kuvvetli kimselerdir. Saraya intisaplarıda vardır. Başınıza bir kötülük gelmesinden korkarım. Nazilli'ye git, orada kudretli Uşşakı Şeyhi Mehmet Zühtü Efendi vardır. O seni hem korur hem de doğru yolu gösterir" demişti. İmam efendinin tavsiyesini düşünen Süleyman gösterilen yolu doğru bulmuş ertesi günü Mehmet Zühtü Efendiye mülaki olmak üzere Karacasu'dan ayrılmıştır.
Yıl Hicri 1217 Recep ayı, Pazar gunu. Mehmet Zühtü Efendi kendisini dudaklarında garip bir gülümseme ile huzura kabul eylemiş, buyur otur demişti. Günün Pazar olması ve Pazarın da hafta başı ayin ve zikir günü olmasından birçok ziyaretçi gelmiş, birbirini kovalayan misafirler sebebiyle yalnız kalamamışlardı.
Süleyman dertlerini söylemek için kelama müsaade istedikçe "Hele dur Süleyman, anlatacaklarınız malumumuzdur. Nasıl olsa akşam buradayız. Daha rahat konuşuruz" demişti.
Gece yapılan zikir ayininden sonra Süleyman Mehmed, Zühtü Efendinin evinin selamlık kısmına misafir edilmişti. O gece Süleyman'ın neler söylediği ve Mehmet Zühtü Efendinin ne nasihatler verdiği bilinmemekte ise de Süleyman'ın Mehmet Zühtü Efendiye intisap eylediği ve şeyhinin yeni müridinden çok memnun kalarak kendisine rüşdü mahlesini vererek; "Oğlum bundan sonra adın Süleyman Rüşdü olsun" dediği ve tekkede Süleymanı Rüşdü olarak çağrılmaya başlandığını bilmekteyiz.
Aradan üç ay geçmiş ve Ramazan Bayramı gelmiştir. Tekkenin semahanesinde toplanan devrişan Mehmet Zühtü Efendinin elini öptükçe şeyh müritlerinin her birisine bazı sualler soruyor, dertlerini dinleyerek irşatlarda bulunuyordu. Sıra Süleymanı Rüşdü'ye gelmişti. Çok dalgın ve muztarip bir halde bulunan Süleymanı Rüşdü ' ye şeyhi sormuştu; "Çok tasalı görünüyorsun, bir derdin mi var?" demesiyle aşağıdaki şiir Süleymanı Rüşdü' nün dudaklarından şeyhin huzurunda dökülmüştü.
Gine bir bendei halei dildara şenk oldum
Beraberce tekkenin sağ tarafına giden koridorin sonundaki odaya geldiklerinde şeyhi oda kapısını açarak Rüşdü' yü içeriye sokmuş ve kendisi gelmeden bir yere ayrılmamasını tenbih ederken; "Sana lazım olacak su, tuvalet ve gıdayı odada bulacaksın." demişti. Rüşdü içeriye girdiğinde bir bakır tepsiye konmuş bir miktar arpa ekmeğiyle bir miktar sirkeyi görmüş ve odaya bitişik küçük bir halde tuvalet ve çeşmeyi bulmuştu.
Aradan on gün geçmişti. Şeyhi kapısının kilidini açarak içeri girdiğinde Rüşdü ' yü odanın bir köşesinde büzülmüş , başı önüne eğik, gözleri kapalı, kendisinden geçmiş bir vaziyette bulmuştu. Şeyhinin kapısını açtığını bile fark etmemişti.
Şeyhi gördüğü vaziyetten memnun olarak "Oğlum Rüşdü düşün, çünkü düşünmek batıldan hakka gitmek ve cüzde mutlak olan küllü görmektir." diyerek odadan yavaşca ayrılmış ve kapısını tekrar kilitlemişti.
Aradan on gün daha geçtikten sonra şeyhin tekrar odaya girişinde müridin tam bir istiğrak halinde secdede olduğunu, omuzlarını sarsan bir hıçkırıkla ağlamakta bulunduğunu ve odasına bırakılan dört arpa çöreğinden ancak birisinin yenilmiş olduğunu görerek tekrar odanın kapısını kilitleyerek ayrılmıştı.
Aradan üçüncü on gün geçtikten sonra tekrar müridini ziyaret eden şeyh Mehdi Zühtü Efendi Rüşdü' nün ayakta durur bir halde, gözleri alevle yanar gibi çakmak çakmak yönü kapıya müteveccih ayakta olduğunu görmüştü. Süleyman Rüşdü ' nün bu halini gören şeyhi ona sormuştu; "Nasılsın, düşündün mü? düşüncedeki halleri müşahede edebildin mi?" Rüşdü cevap vermişti;
Nice ced ve cehd ile damenden oldukta helas
Şiiri dinleyen Mehmedi Zühtü Efendi artık müridinin çilesini istediği gibi bitirdiğini ve ruhi teşevvüşlerden kurtularak hakikatları görmeye başlamış olduğunu memnuniyetle müşahede eylemişti ve Rüşdü' ye aşağıdaki nasihatleri söylemişti;
"Dervişlikte ve batını ilimde en büyük makam üç kaideden ibarettir. Birinci sevgi makamı ki bu en büyük makamdır. İkincisi hakikat makamıdır ki herşeyi hakikatini gören mevcut varlıkların nurunu görmeye yarar. Üçüncüsü sedakat makamıdır ki bu makam bütün iktisaplarını muhafazaya yarar ve ulu tanrının yardımını sana sağlar, yardımın devamı seni tanrıya götürür." diyerek ikinci dersini vermişti.
Yıllar seller gibi akıp geçmiş Süleyman Rüşdü'nün intisabı yedi sene yi bulmuştu. Bu zaman zarfında Süleymanı Rüşdü üstadı ve şeyhi Mehmet ZÜHTÜ Efendiden çok şeyler öğrenmiş ve şeyhinin gaybübetinde halife olarak vazife görür olmuştu.
Yıl Hicri 1224 İntisab olalı tam yedi yıl geçtiğine göre yine Recep ayının pazar günü olması lazım geliyor.
Sema salonunda mutad namaz ve zikir ayinleri yapıldıktan sonra zikrin esasını teşkil eden kelimei tevhidin (Lailahe illa allah; hakiki anlam ve kudreti ve en yüksek makam olan sevgi makamının büyüklüğü hakkındaki düşüncelerin müritler tarafından bildirilmesi) yapılması tarafından istenilmişti. Her hazır olan mürid bu husustaki duyuşlarını şeyhe söylüyor, şeyh lazım gelen yerleri düzelterek müridlerini hazırlıyordu. Sıra Süleymanı Rüşdü 'ye gelmişti. Mehmet Zühtü Efendi kendisine sormuş ve demişti. En büyük makam olan sevginin izhar yeriyle kelimei tevhidin anlamlarının manzum olarak bildirmesini istemişti. Rüştü söz alarak sevgi hakkında şu şiiri söyledi;
Gönül yık kubbe-i gerdune bir özge sükan yap
Şiiri dinleyen şeyh Mehmet Zühtü Efendi takdirkar nazarla bakarak sevginin insan muhabbeti üzerine tesisinin elzem olduğunu ve müridine verdiği feyzin tamamen idrak edilmiş olduğunu görmekten memnun bir tavır la; "Aferin Rüştü, bunu anladık. Birde kelimei tevhidin manasını manzum olarak bildirirsem memnun olurum." demişti. Süleyman oturmakta olduğu yerden süratle ayağı fırlamış, eliyle bütün kainatı kapsar vaziyette boşluğu kucaklayarak;
Şeyh artık kemale gelmiş olduğunu anladığı müridinden tanrı varlığının sözlede ifade ' edilmesini isteyince Süleyman Rüştü şöyle cevap vermişti:
"Beni ilk çileye koyduğunuz zaman düşün demiştiniz. Neleri ve nelerin nedenlerini düşüneceğimi bildirmemiştiniz. Çilede düşündüm. Çileden çıktıktan sonra da düşündüm. Şu neticeye vardım; gördüğüm gerek varlık ve gerekse yokluk alemini tanrı nurunun ışığı olarak gördüm. Tanrı alemde meydanda olduğu için gizlenmiş bulunduğunu ve gizli kalmasına sebep olduğunu gördüm. Bütün kainatı aydınlatan bu güneşin mumla aranmakta olduğunu da düşüncem söyledi. Önüne ön, sonuna son olmayan bu büyük varlığın düşünce denilen en kıymetli varlığıda insanlara bahş ve lutuf eylediğini müşahade ettim. Ulu tanrının zatının muktezası olan bilgisinden insan alemine kadar bütün zerrelerden süzüler ek bütün alemlerden devrederek geldiğini insanın kainatın hulasası ve alemlerin . zübdesi olduğunu. bildim.
Ulu tanrının sahip bulunduğu sıfatlardan dilediği ölçüdeki miktarlarla insanları süslediğine kaniim. Peygamberimiz Muhammet Mustafa'nın diğer adı olan Ahmed'deki "m" harfini çıkardığımız zaman Ahed kelimesiyle vehdaniyetinin de Hazreti Muhammed' de lütfen tecelli ettirilmiş olduğunu anladım. Gördüğümüz bütün mükevenatın ve öldükten sonra göreceğimiz alemi ukabanın selefimiz olan ilk insan Hazreti Adem için Hazreti Adem' inde Hazreti Muhammed için Hazreti Muhammed'in de bütün insanlık alemi için yaratılmış olduğuna kail oldum; "levenzelna" ayeti kesimesince yaratılan dağ ve taşların ve sair cümle varlıkların bu alemi emanet almaktan korktukları için insanlara emanet edilmiş olduğunu ve bu suretle insanların halefiyet tarikiyle ulu tanrının muradı ilahiyesiyle ilahi varlığı halife tayin edildikleri neticesini çıkardım.
Gördüğümüz bütün varlıklar eşsiz sanatkar ulu rabbimizin masnuatı ilahiyesi olduğuna göre, her eserin müessiri sanatkar darı bir hüviyet taşıması çok tabiidir. Bu itibarlarla en küçük bir cüzünde büyük küllü, yani rabbimizi bulmak mümkündür. Gerci Hellacı Mansur gibi bazı zevat cuzu olan kendilerinde küllü varlığı müşahade edince "anelhak" demişlerse de buna iştirak etmiyorum. En iyi cevabı Derviş Yunus'un şu şiirinde bulmaktayım; "ışıkla gelen erenler içer aguyu nuşider
Bu şiir okununca Şeyh Mehmet Zühtü efendi "kafi, kafi" diye bağırmış ve sözüne devam ederek "Rüşdü, senin öğrenim zamanın bitmiş, öğretme devrin gelmiştir. Git Karacasu'ya, tekkeni aç. Düşündüklerini tatbik et. Ne kadar çileye maruz kalsan da insanları sevmekten farig olma. Aynı zamanda gündüz saim, gece kaim ol." diyerek şeyhlik ve hilafet ödevini ve tekkeden ayrılma iznini vermişti.
Hicri 1224 yılı Zilhicce ayının onuncu kurban bayramı günü.
Kurban bayramı tatilini takip eden Cumartesi sabahı çevrenin bütün işçileri kebap ocağı denilen geniş meydanda toplanmış idi. O zamanlar Cuma günleri işçinin hafta başı addedilir, Cuma günü devrimizin Pazar günü gibi tatil yapılır ve işçiler Cumartesi' den itibaren işe başlarlardı. İşçi arayanlar mezkür mahalle gelir, ihtiyacı olan işçileri alarak oradan ayrılır idi.
Rüştü'nün yapmayı düşündüğü tekke, misafirhane, ahır ve hamam için muktezi suyun getirilmesi gibi inşaatlarında kullanacağı pekçok işçiye ihtiyaç vardı. Rüştü hem Karacasu'luların ihtiyacı olacak işçileri toplayarak bir amele fükdanına sebep olmak istemiyor, hemde işe gidememiş işçileri toplatarak işsizlere iş temini suretiyle düşündüklerini tahakkuk ettirmeye çalışmak istiyordu.
O devirde bütün işler ya pazar günü yada Perşembe günü başlanır ve bu günlerde kutsiyet aranırdı . Süleymanı Rüştü kudsiyetin ilahi varlıkta olduğunu ve isimlendirilen günlerde kudsiyet veya şaibe aramanın cehlin bir tezahürüne ait olduğu kanısında bulunduğundan hafta başı Cumartesi günü işçilerin toplu bulunduğu kahvede oturmuş bekliyordu.
Bu çerçeve dahilinde teselsül ettirilen işçilerin bir kısmı Tekye Deresi Sünbüllü Kaya denilen mevkiden su kanalı kazıyor, bir kısmı tekye inşaatında istihdam ediliyordu. Cuma günü tatil yapan işçiler Cuma günleri tatil yapmıyor ve işte çalışan işçiler Cuma çalışmalarından dolayı para da kabul etmiyor idi.
Çalışan her amelenin günlük ücreti akşam ödeniyor ve yarın için gelmesi istenmiyordu. Süleyman Rüştü bermutad yine işçi kahvesine gidiyor ve herkes muhtaç olduğu ameleleri aldıktan sonra bakiye kalan işçileri alarak çalıştırıyor ve bu suretle çevredeki işsizlik ortadan kalkmış bulunuyordu.
İki sene devam eden bir mesaiden sonra kasabaya toprak borular içinde su getirilmiş ve halkın ihtiyacına yarayacak şekilde su güzergahında çeşmeler tesis edilmiş, misafirhane, ahırlar ve tekye binası inşası bitirilmişti.
Hamam halka açılmış ve Cuma günleriyle Pazartesi günleri için hamam fakir halkın ihtiyacına parasız olarak tahsis edilmişti. Sıra tekyenin açılmasına kalmıştı. Tekyenin sema salonunun kapısına mermer levha üzerine aşağıdaki yazı levhası asılmıştı.
Havayı nefse masruf olmasın aşıkların sagyi
Tekye açılmış idi ve uşşakı tarikatının esasları dahilinde ibadet ve zikir ayinleri mutad tutulmuştu. Bu tarikatta ney, kudum çalmak, ilahiler söylemek, devrişam cezbeye getirmek, mevlevilerde olduğu gibi dönerek sema yapmak ve ilaveten de cemaat bir halka halinde birbirinin elinden tutarak sema eylemek suretiyle ayınler icra edilirdi.
Zahida gel salik ol olma cihanda serseri
Rüştü bu şiiriyle hocalara verdiği cevap Karacasu' da büyük bir fırtınanın kopmasına sebep olmuştu.
Zahidan ve agniyalar müşterek menfaatlerine gelmeyen ve gittikçe sosyal hizmetler ifasiyle çevrede büyük bir kudret olmaya başlayan tekye müessesesi ile şeyhi Süleymanı Rüşdü'nün kendilerine serserilikle ve hayvanlıkla itham ettiğini iddia ederek bunu dini bir tecavüz olduğunu beyanla meşihat vasıtayıyla saraya şikayet eylemişlerdi. Hal bu ise Süleyman Rüşdü namazdan sonra yapılan bu ikinci ibadetin şart olduğunu namazın feraizi hamseden olup bunun esasen dinen bir borç olup ulu tanrı nezdinde makbul bir hale gelebilmek, hazreti peygamber ve onun vasıtasıyla ahedin külli varlığını müşahede edebilmek için bir tarikata intisap etmekliğin zaruri bulunduğunu, bütün tarikatların gayelerinin bu olduğunu ve adlarının değişik olmasının bir mana taşımadığını, esas gayenin kaidelere tabi olarak insanların birbirlerinden feyizli dil almasının şart olduğunu bildirmek istiyordu.
Bu müdafaalar bir netice vermemiş saray Süleymanı Rüşdü ' nün Kayseri' ye sürülmıesini kararlaştırmış, bu yoldaki İkinci Mahmut'un fermanı Aydın Valiliğine gönderilmiş idi. Vilayet Nazilli Kaymakamlığınca Karacasu şer ' i kadılığına bildirilmiş ve kadının mahkeme salonunda toplanan şer' i mahkeme ve mahallin zahidanı ve agniyası huzurunda Koca Rüşdü 'ye tebliğ edilerek ferman derhal tatbike korıulmuş ve Rüşdü ' nün evine dervişanına veda etmesine bile fırsat verilmeden jandarmalar Koca Rüşdü'yü sürgüne sürülmek üzere, bir hayvana bile binmesine fırsat verilmernek kaydıyla jandarma muhafazasında yola çıkarmışlardı. Karakoldan karakola teslim ile yaya olarak Kayseri' ye sürülen Süleymanı Rüşdü fermanlı bir sürgün olarak yaya ve meşakkatlı bir yolculuktan sonra Kayseri' ye getirilmiş ve orada serbest bırakılmıştı.
Süleyman Rüşdü yollarda böyle yaya olarak gönderilirken Karacasu Müftülüğünden yazılan bir tezkereyi hamil
Mahalli kadılıktan Rüşdü ' nün Kayseri' ye geldiğinde serbest bırakılacağını da öğrenmiş idi: 'Zabıtaya tenbih etmişti. Bu gelen bir din adamıdır. Geldiğinde şehrin büyük misafirhanesi olan: çarşı cami medresesi misafirhanesine misafir edilmesini de: temin eylemişti.
Yatsı namazından çıkan müftü mahalli kadıyı ve mahallin mevlevi tekkeyi şeyhini ve ileri gelen din adamlarını yanına alarak çarşı medresesine varmışlardı. Gördükleri manzara şu idi;
Saçı sakah birbirine karışmış yalın ayak bir derviş misafirhanenin büyük salonunun kapıya gelen kısmında diz çökmüş ve başı önünde düşünmekte idi. İçeriye girenlerin farkında dahi değildi. Müftü çevreyi ve çevre dervişlerini iyi bildiği için düşünen ve kapının yanında yalın ayak düşünen bu şahsın mevsubahis Süleymanı Rüşdü olduğunu anlamış ve
Başını muhataba doğru çeviren Rüştü mütebessim bir çehre ile "Hoş bulduk" demişti ve yine başını öne eğmişti. Salon ıyıce 'dolmuştu. Müftü Rüştü'ye hitaben "Erenler işittik ki sen büyük bir ilim adamı imişsin. Biz burada guslun farzları hakkında büyük bir münakaşa ve mülahazaya düştük. Lutfen bunu bize izah edermisin?" diye sorrnuştu. Başı önünde eğik duran Rüştü suale muhatap olmamış ve aynı vaziyette durmakta devam eylemişti.
Müftü yüksek bir sesle "Şeyh Süleyman sözümüz sizedir. Yoksa bu husus u tefsir edecek kudrette değilmisin? Zamanımızı boşa geçirmernek için bir cevap lütuf eyleseniz" demişti.
Süleyman Rüşdü ' nün cevabı sert olmuştu;
"Velleyli iza yağşa. vennehari iza tecalla.hallakalünsa ve zikra.inne sayeküm leşetta" ayeti kerime celileyi düşünüyorsanız hem çok yerinde hemde çok yersiz" demişti.
"Eğer maı tevhid ile mutahhar deyilse cismin ey dana
Hepside donmuş kalmışlardı. Koca Rüşdü bu şiiriyle temizliğin şer'i kaideler altında yıkanmasıyla değil kalbin rabbimizin vahdaniyet tevhidiyle mümkün olduğu ve kalp temizlenmedikçe başımızdan yüzlerce kova su dökülse cünübün devam edeceğini söylemek suretiyle müftüye iyi bir ders vermiş oluyordu. İlk okuduğu ayeti kerim el celile ile ulu tanrının en karanlık kalpleri bir anda en aydınlık bir hale getirebileceğini ve bu suretle maksat lı sorduğu karanlık düşüncelerden rabbimizin kendisini kurtarmasını niyaz ettiğini ve böyle lüzumsuz şeylerlede, başkalarının karanlık. düşünceleri için mesaisini boşa harcamamasını ihtar etmiş bulunuyordu.
Bu cevap ve deyişler meczup bir dervişin söyleyebileceği sözler değildi. Müftünün yanında bulunan mevlevi şeyhi hemen koşmuş ve Rüşdü'nün ellerine sarılarak "Kusura bakma erenler, sizi divane bir derviştir. Tarikatın erkanlarını da ihlal ederek mescidi terkeyledi ve halen azimi meyhanedir. Evvelce eyi bir şahsiyet idi. Bu yola salık olalı din ile imanını kayıp ettiler dediler. Bizde size birkaç nasihatta bulunalım diye geldik. Bilirsin ki tarikatın birinci erkanı 'sapıkları islah ve irşaddır." demişti ve sormuştu; "Sizde hakikaten anlatılan bu vasıf lar varmı?" diye sormuştu. Rüşdü bu suale Yine aşağıdaki şekilde manzum olarak irticalen cevaplandırmıştı.
Aşka düşeni mahalli divane demişler Ar şişesini sineme çekip paraladımsa divanemi sandın Ol nagrai hu. huda hak hakda ne vardır. Bilmez ne safadır Sırrı arifin sırrına vakıf olayım her aklınca ol zahid
Kapının yanında oturmakta olan Rüşdü derhal baş köşeye kaldırılmış ve kendisine sıcak bir çay sunulmuştu. Çayin içimine müteakip başka birşey arzulayıp arzulamadığı, yemek yeyip yemediği sorulmuş ve Rüşdü’ nün "Çok şükür tanrıma ki nefsimle dostuz' cevabı bu soruları da cevaplandırmış oldu. Mevlevi şeyhi hazırundan müsaade isteyerek Rüşdü ' ye hitaben; "Erenler . buyurun fakirhaneye gidelim." Davetin Rüşdü tarafından kabul edilmesiyle oradan ayrılmışlardı.
Seyhe misafir olan Rüşdü üzerindeki eskimiş eşyalar alınarak kendisi yıkanmış..: şeyh tarafından verilen temiz derviş elbisesiyle giydirilmiş ve istirahate çekilmesi rica edilmişti.
O gün Cuma sabahı olması ve Cuma günleri öğleden evvel mevlevi şeyhini ziyaretin çevrede mutad olması dolayısıyla meclis bir hayli kalabalıklaşmış idi.
Mecliste Mahalli Rüfai Şeyhi ile Kadiri Seyhi de bulunmakta idi. Müsahaba her nasılsa tarikatlara intikal eylemiş ve ortaya tarikatların en mütekamili hakkında münazara başlamıştı.
Söz Süleymanı Rüşdü' ye intikalinde Süleyman "Erenler Kayseri’ye sürülmemize tarikatların cümlesinin tek cephe olması hakkında söylediğimiz bir şiir sebep olmuştu." diyerek. yazımızın ön kısmında tarikatların gayelerinin bir olduğu hakkındaki şiirini okumuş ve insanı aydınlatan bu şiir, bu husustaki münazarayı sona erdirmişti.
Koca Rüşdü bir anda istigraka varırcasına başını öne eğerek gözleri kapalı aşağıdaki kıt' ayı okumuştu.
Bu deyiş bütün hazırunu bir vecd ve istigraka düşürmüştü. Rüşdü bu şiiriyle ulu tanrıya gösterilecek en büyük tagzimin hiçbir şeye kırılmayan kalbi selim ile mümkün olacağını karanlıklardan aydınlığa doğru bu suretle vasıl olunabileceğini, bu halin devamıyla ulu tanrıyı görebilmenin mümkün olacağını söylemek suretiyle hem tarziye veren müftü efendiye bir cevap vermiş hemde soruyu cevaplandırmış oluyordu.
Hakikat tamamen anlaşılmıştı. Koca Rüşdü ' nün ne büyük bir iftiraya kurban olduğu ve çektiği bunca meşakkat ve mezahime rağmen hiçbir kimseye kırılmamış bulunduğu ve çok nadir görülen bu kemal tezahürü toplumun hepsini Rüşdü'nün tesiri altına almışti.
Toplum bu garip ve selim uşşakı şeyhinin affi için bir heyetin Kayseri ' den olzamanın padişahı İkinci Mahmud' a istirhama gönderilmesi ve gidecek heyetin Cuma namazından sonra yola çıkarılması mevzuuna intikalinde mevlevi şeyhi bir heyetin gitmesine ihtiyaç yok. İstanbul merkez mevlevi tekyesi şeyhi padişahımız İkinci Mahmud' a cülüsunda kılıç kuşatan zattır. Yazacağınız bir mektup büyük şeyhimizi derhal teşebbüse geçmesini mucip olacak ve pek yakında Şeyh Rüşdü erenlerin affını istihsal eylemek mümkün olacaktır." demesiyle bu fikir tasvip edilmiş ve heyetin gönderilmesinden vaz geçilmişti.
Şeyh bundan uşşakı şeyhinin şeref duyacaklarını beyan eylemiş, derhal yazılan af fermanını alarak huzur'dan ayrılmıştı. Sultan İkinci Mahmud' un garip bulduğu olay şöyle cereyan eylemişti;
Geçen Cuma günü İkinci Mahmut padişahlara camilerde ayrılan kafeste Cuma farzını kılıp sağa selam verdiğinde sağ tarafında koyu kumral saçlı, sakallı bir zatın oturmakta olduğunu hayretle görmüş ve namazın erkanından olan sol selamı eda ettikten sonra yanında oturduğu zatı görmek için başını tekrar sağa çevirmişti. Fakat görmüş olduğu zat meydanda yoktu. Arkasında ve kafesin önünde namaz kılmakta olan baş muhafızına yanında oturmakta olan zatın nereye ayrıldığını sorunca muhafız şaşkın bir halde yanlarında böyle bir zatı görmediklerini söylemiş, çok zeki ve maneviyatı bütün bir kimse olan İkinci Mahmut olayı daha çok ziyade tahkike lüzum görmemişler ve olayın tezahürünü sabırla beklemeyi muvafık bulmuşlardı.
Afnameyi hamilen yola çıkan mevlevi müridi bir hafta sonra Kayseri' ye varmış ve İstanbul Mevlevi Seyhinden aldığı mektubu şeyhine vermişti.
Fermanın bir sureti mutasarrıfa verilmiş, birçok ısrarla uzatılan üç günlük misafirlikten sonra Rüşdü İstanbul' a müteveccihen refaketinde bulunan iki jandarma süvarisiyle yola çıkmıştı.
Her menzilde değişen atlar ve süvarilerle beş günde Kayseri' den İstanbul' a varılmış, İstanbul Mevlevi bergahına misafir olunmuştu.
Ertesi Cuma günü öğleden sonra mevlevi şeyhiyle birlikte Süleyman Rüşdü huzura kabul edilmişti. Padişah hayretle baka kalmıştı. Üç hafta evvel Cuma namazında görmüş olduğu zat bu gelen şeyhin aynısı idi. Ayakta mütebessim bir çehre ile durmakta olan Koca Rüşdü derhal padişahin ayağı kalkarak kendisine gösterdiği yere oturmuş ve müsahebeye başlanılmıştı.
Bir aralık dışarıya çıkan padişah mevlevi tekyesi şeyhini dışarıya çıkarmış, garip olayı kendisine anlatarak bu şeyhin daha evvel İstanbul' a gelip gelmediğini sormuş ve şeyhten gelmediği cevabın alınca gördüğü Cuma günü Süleymanı Rüşdü'nün Kayseri'de olup olmadığı hakkındaki bir yazıyı hamilen bir tatar ağası süratle Kayseri' ye müteveccihen
Süleymanı Rüşdü ile müsahebeden padişah çok derin zevk almıştı. Süleymanı Rüşdü memlekete dönmek için müsaade istedikçe "Hele dur erenler, size henüz doymuş değiliz, biraz daha misafirimiz olmanızı dileriz." lafzıyla bir türlü ayrılış izni vermiyordu.
Sekiz gün sonra tatar ağası gelmiş, o Cuma Rüşdü ' nün Kayseri 'de bulunduğu ve Kayseri' den geldiğinden beri yani iki aydır hiçbir yere ayrılmadığı bildirilmekte idi.
Padişah merakını yenemeyerek camideki müşahedesini söylemiş, bu garip olayın geçiş şeklini öğrenme .istirhamında bulunmuş ve Rüşdü ' ye sormuştu, Rüşdü ' nün cevabı yine manzum olarak aşağıdaki şekilde verilmişti;
Hak tecelli eyleyince her işi asan eder Padişah cevaptaki mağnayı anlamışmıydı veya anlamamışmıydı. Başkaca sual sormamıştı.
Padişah tarafından kendisine bir zarf verilmiş, kendisine iftira edenlerin tecziyesinin yapılacağını, badema böyle bir olayın asla vaki olmayacağı, çevresinde yapmakta olduğu feyizli hareketlerin devam edilmesini söylemiş idi.
Rüşdü padişaha yine aşağıda yazılı manzum şiiri okuyarak;
diyerek büyük şair Fuzuli ' nin kıranlar hatırı naşadımı şad olsun beytine dörtlü bir rubai şiiriyle cevaplandırmış ve padişahtan müfterilerin ve şekvacıların katiyen tecziye edilmemelerini ve affı şahaneye mazhar kılınmalarını ısrarla istemesi üzerinde padişah bu faragı nefse bu tevazüe hayran kalarak müfteri ve şekvacıların tecziyesi hakkındaki hükümleri fermanından çıkarttırarak Süleymanı Rüşdü'nün huzurundan ayrılmasına müsaade eylemişlerdi.
Süleyman Rüşdü'nün Karacasu'ya avdet eylemiş olduğunu görmekteyiz. Süleyman Rüşdü bu dönüş sırasında yine Kayseri'den İstanbul'a gelişi gibi menzillerde atları ve muhafızları değiştirilerek Karacasu ' ya kadar salimen getirilmişti.
Koca Rüşdü ' yü getiren muhafızlar kendilerine verilmiş olan affı şahane fermanını mahalli kadılığa teslim eylemişlerdi. Fermanı alan kadı Koca Rüşdü 'nün hısımlarının başında olan Karacasu'yun en zengin adamı Çakmak Mustafa fa Ağa 'yı ve Müftüyü çağırmış, fermanı okuyarak badema Süleyman Rüşdü'ye husumet göstermemelerini, Rüşdü'nün işlerine karışmamalarını, hatta kendisinden özür dileyerek barışmalarını ve devam ettirdikleri husumette kullandıkları şahıslara bu hususta esaslı tenbihatta bulunmalarını bildirmişti
Hamam faaliyete geçirilmiş, Cuma ve Pazartesi herkese zengin, fakir sınıfı ayrılmaksızın parasız yıkanma adet haline getirilmişti.
Süleyman Rüşdü tekye vaizlerinde en büyük ibadetin insan sevgisi olduğunu, bütün aralarındaki dargınlıkları kaldırmalarını, insan yararına yapılacak en küçük bir hizmetin en büyük ibadetten efdal olacağını, bu hizmetlerin en başında sevgiden sonra bedeni ve ruhi temizliğin esas olduğunu sık sık tekrarlıyordu.
İli tıp diye el yazısıyla yazmış olduğu küçük bir kitap mevcut hastalıkları ve buna yakalanmamak için yapılacak hareketleri, yakalanmada tedavi şekilleri bu kitapta gösterilmekte ve bu kitap el yazısıyla çoğaltırıldığı gibi dille de her konuşmada tekrarlanmakda idi (Bu eserin bir nüshası Yusuf Gedikli mirasçılarında bulunmaktadır).
Süleymanı Rüşdü bu hususta da ayrıca yine işçilerin toplandığı yere her sabah gidiyor, boşta kalan işçileri toplayarak işçilere bozuk olan kasaba sokaklarını ve kanalizasyonlarını inşa veya tamir ettiriyor, yaptıkları bu yerler için işçiye verilecek ücretleri hayır sever zatlardan işçilere ödetiyor, ödetmek mümkün olmadığı zamanlar kendi kesesinden işçinin ve bazı malzemelerin bedelini ödüyordu.
Koca Rüşdü çevrede açmış olduğu bu inşaat ve imar hareketlerine mahalli din adamlarının da iştirakını istemiş, 'çarşı camisinde Cuma günleri halka hitap etmek istemiş idi.
Koca Rüşdü hocalardan bu kadar istiskal ve içtimai işlerine engel görmüş olmasına rağmen gayesine erişebilmek için kendileriyle hususi bir toplantı yapmayı düşünmüş, memleketin ileri gelenleriyle bütün memurları ve hocaları tertiplediği ziyafete davet etmişti.
Hocalardan başka diğer bütün davetliler gelmiş, fakat hiçbir hoca davete icabet eylememişti. Diğer gelenler arasında Çakmak Mustafa Ağa dahi bulunmakta idi. Mustafa Ağa davetliler huzurunda şimdiye kadar yapmış olduğu kötülüklerden dolayı kendisinin affedilmesini düşündüğü imar hareketleri için girişeceği bütün teşebbüslerine gücünün yettiği miktarda mali iştirakde bulunacağını söylemiş ve kendisinden af dilemişti.
Bu konuşmaların sonuna doğru Mustafa Ağa; Koca Rüşdü ' ye hitaben "Erenler müsaade ederseniz ben yarın Hocaları da göreyim. Onları buraya getirebilirim." demesi üzerine Koca Rüşdü aşağıdaki şiiriyle bu davetin bizzat tekrar edileceğini, şimdilik zahmet eylememelerini söylemişferdi.
Ertesi günü Rüşdü tarafından kaleme alınmış olan aşağıdaki davetname mahallin bütün büyük din adamlarına gönderilmişti.
Süha davayı zühd etme gel aşkı gör, ne halet var
Bu aşka muktedis olsan bu zühde can feda kılsan
Şarabı aşkı içmişler. Cemali hakka düşmüşler
İren miğracın esrarın görünür mevlanın envarın
İren esrarı envarı gören ol sırrı settarı.
Bu mektubu alan din adamları aradan onbeş gün geçmiş olmasına rağmen yine davete icabet etmemişlerdi. Koca Rüşdü dustür keşfine ve kuddusi sırra serlavhasiyle yazdığı bu şiiriyle ulu tanrıya giden yolları kendilerine gösterdiği halde şiirin davayı zühd etme sözünden Koca Rüşdü aleyhine magnalar çıkarmaya çalışmışlar, davetnamenin muhtevi bulunduğu ilahi sırları anlamak veya öğrenmek
Bilmiyen bu hakkı bu demde anda da bilmez gider
Bagı vahdet içre Bülbül ide gör Ruhun dela
Bunda bir kesli aşkı nara düşmeyüp gamlanma
Kimdeki sun,i hüdaya olmaz ibret didesi
Koca Rüşdü bu şiiriyle zahidan geçinenlerin artık islahlarının mümkün olmayacağını, bu suretle kendisi kendilerini
Artık Karacasu 'da hummalı bir imar faslı başlamıştı. İşsiz kalan işçiler kasabanın bir caddesini ele alıyor, cadelerin altına kanalizasyon lağımları döşüyor, üzerine döşeme çakıyordu.
Kasabaya gelen herhangi bir misafir evvela hamama götürülüyor, kendisi umumi bir temizliğe tabi tutulduktan sonra tekyeden kendisine verilen yerli dokuma iç çamaşırları giydirildikten sonra tekyenin aşhanesinde karnı doyuruluyor, yatakhane olarak tesis edilmiş tekye hanında yatırılıyor, hayvanı varsa tekye ahırında hayvanı da bakılıyordu.
Birçok çekişmeler tekyede tarafların huzura alınmasıyla hallediliyor, çevrede toplum arasındaki ihtilaflarda bu suretle halledilmiş bulunuyordu. Bu suretle Koca Rüşdü artık gayelerine erişmiş bulunuyordu. Artık dünya işlerinden ve meşgalesinden fariğ olarak sevgilisi olan ulu tanrıya mülaki
Bu hususta yazdığı aşağıda yazılı şiiri bu yola ne kadar salik olduğunu ifade eden, kendisine hitap eden bir öğüt idi.
Ey dil ahzettin mi bu sultanı aşktan bir sebak
Hasılı uşşak için geldi hüden lilmüttekin
Bu fena gülzarına aldanma ey dil akil ol
Aşikan dünyayı bulsa turu marina
Medeni kanunun meriyete girmesinden evvel bir şahıs hanımını telakı selase ile yani üç defa boş ol derse hulle vaki olmayınca bir daha nikahla eski karısını almak mümkün olmaz idi. Eşinden bu suretle temamen ayrılması iktiza ederdi. Rüşdü bu suretle bir daha birleşmernek üzere dünyayı terkeylemeyi, ancak kendisinin dünyaya tamamen boşanma- sınına taket getiremeyeceğini beyan suretiyle dünyayı terkeylemesini kendisine ihtar etmek istiyordu. Yıl Hicri 1250 Pazar gecesi
Artık hayattaki vazifelerinin bittiğini ve yakında ebedi bir yolculuğa çıkmasının mukadder olduğunu ve ölümünden sonra ekber ve erşed olan evladının kendisine halife olacağını, aldıkları feyiz gereğince çalışmalarına dikkat eylemelerini nasihat eylemiş ve mezar taşına yazılacak aşağıdaki şiiri de yazdırmıştı. Bu şiir şöyleydi;
Ercağ emri semahı cana geldi ezhüda
Derki paki rizanı arzı rumal eyledim
Bütün hayatını insanlık aleminin refahı için heyecan ve hayatında hiç kimseyi kırmamış, kimseye kin tutmamış bulunan Süleyrrıanı Rüşdü bu olaydan bir gün sonra şiirinde söylediği gibi ulu tanrıya vasıl olmak üzere dünyayı terkeylemişti.
Cenazesine yetişen yine Mehmet Zühtü Efendi'sinin müritlerinden yalnız sefere çıkarsın diye uzun müddet bağırıp çağırmış ve sarıldığı Rüşdü' nün ölüsü üzerinden kalkarak "Erenler haftaya bizim yapacağımız terki dünya seferinehepinizi beklerim." diyerek ayrılmış ve hakikaten bir hafta sonra selamı babanın hakkın rahmetine kavuştuğu duyulmuştu. Bırakmış olduğu bir kağıtta Koca Rüşdü 'nün mezar taşına yazılmasını istediği şiir vasiyet i gereğince mezar taşının birisine yazılmış, diğer mezar taşına da Süleymanı Rüşdü' nün kendisi için yazdığı şiir yazılmıştı. Allah kendilerine rahmet, bizlere de magrifet buyursun.
Salih ALPBAZ NOT Salih ALPBAZ’ ın notları arasında aşağıdaki şiir de
Kaydi band etmişti bir dem nefsi emmare beni
Kahbaz anınla bir. dem kah ışu kahı cefa
|